_.._

31 Eki 2016

BİR

Doğduğum gün, dünyaya gözümü açtığım ilk gün anlamıştım herkesten (en azından ailemin dışında kalan diğer tüm insanlardan) farklı olduğumu. Küçük odanın içine doluşmuş, yatağın hemen ilerisinde dikilen, şaşkınlıktan büyümüş gözleriyle bana bakan insanları inceledim tek tek. Kiminin gözlerinde mutluluk, kimininkinde de korku ve kıskançlık gördüm. Mucize bebeği görmeye gelmiş olan insanların hepsini tanıyordum. Ablam Aybir, babam İlbey, dedem Bilbey, kuzenim Tanbey, komşumuz Gülistan Teyze ve kızları Neslihan’la Zeynep, Ebe Saime’nin küçük torunu ve benim ilerleyen yıllarda, uğruna belki de her şeyimi feda edeceğim insan Arda…
Ebe Saime, beni ayaklarımdan tutup da baş aşağı çevirdiğinde, onca insan da baş aşağı dönüverdi sanki. Buruşuk popoma, hafif bir tokat şaplatmak için elini kaldırdı… Ve eli havada öylece kalakaldı. Ne kadar dirense de elini oynatamıyordu. Ne zaman ki şaplak atmaktan vazgeçip korkuyla beni yatağa bırakmaya karar verdi, işte o zaman elinin çözülmesine izin verdim. Canını acıtmak gibi bir niyetim yoktu aslında ama zamanla kontrol etmeyi öğreneceğim gücüm, ya da yeteneğim, Ebe Saime’ye biraz fazla gelmişti. Aslında beni baş aşağı çevirmesine de müsaade etmezdim ancak kalabalığı incelediğim boş bir anımda tutup havaya kaldırmıştı küçücük bedenimi. Annemin kucağına özensizce bıraktı beni ve acıdan uyuşan kolunu sıvazladı sessizce. Bir yandan burnuma gelen çiçek kokularına bir anlam vermeye çalışıyor, bir yandan da Ebe Saime’nin çektiği acıyı hissediyor, ancak acısını dindirecek bir şey yapamıyordum. Gücümü ve gücümün sınırlarını keşfetmeye başladığım bu dakikalar, unutulmaz hatıralarımın arasına ilk yerleşenlerdi.
Babam İlbey, Ebe Saime’nin ağrıyan koluna dokunarak kadıncağızın sessiz feryatlarına bir son verdi. Müsaade etsem belki de çığlık çığlığa bağıracaktı kadın ama gürültüye tahammülüm olmadığını biliyordum. O yüzden odada çıt çıkmıyordu. İşin garibi; babam, ablam ve kuzenim de sessiz sedasız bekliyorlardı. Babamı, ablam Aybir’i ve kuzenim Tanbey’i de etkileyebildiğimi görmek beni şaşırtmıştı çünkü aile içinde kimsenin başarabildiği bir şey değildi bu. Aile üyeleri birbirlerini etkileyemezler, üyelerin birbirlerine iyilik ya da kötülükleri dokunamazdı. Bu, yüzyıllardır değişmeyen bir gelenek olmuştu ama işte ben karşımdakileri sessizliğe gömmeyi başarmıştım. Herkese saniyeler içinde sağlık bahşeden babam, bu asırlık kaide gereğince, doğumuma müdahale edememiş, sevgili karısının çektiği acıları dindirememişti. O anda aklıma annemi de etkileyebileceğim geldi. Yorgunluk ve acıdan iki büklüm olmuş bedeniyle yatakta kıvranan anneme baktım. Ebe Saime’den çok daha fazla acı çektiğini görebiliyordum. Izdırap içinde sessiz sedasız ağlarken, benim kendisine baktığımı fark edince dudaklarında (çektiği onca acıya rağmen) harikulade bir tebessüm belirdi. Ona yardım etmek için tarifsiz bir istek duydum ama ne yapabileceğimi bilmiyordum. Biraz önce Ebe Saime’nin kolundaki acıyı dindiremediğimi görmüştüm. Babamın yetenekleri bende yoktu ya da varsa bile nasıl kullanacağımı henüz bilmiyordum. Hala gülümsemeye çalışan annem ise sanki bacaklarından süzülen kanlar kendisine ait değilmiş, o kadar acıyı kendisi çekmiyormuş gibi, doğurduğu minik kızına, bana bakıyor ve ellerini uzatıyordu. Ellerinden daha doğrusu baş parmaklarından (avuçlarım ancak parmaklarını tutabilecek boyutlarda olduğu için) tuttum, yanaklarıma sürdüm o sıcacık ve yumuşacık tenini. Belli belirsiz hissettiğim tatlı çiçek kokusunu doya doya burnuma çektim. O sırada annemin acılarını dindirebilecek bir fikir geldi aklıma. Yorgun gözlerinin içine sevecenlikle baktım ve göz kapaklarından başlayarak yavaşça tüm vücuduna yayılan bir uyuşukluk gönderdim ona. Gücümü kontrol etmeliydim çünkü fazlası çok daha büyük acılar çekmesine sebep olabilirdi.
Share: